Alman filozof Wilhelm Schmid, Türkçeye de aktarılan “Aşk”, “Mutsuz Olmak”, “Sakin Olmak – Yaşlanırken Kazandıklarımız”, “Arkadaşlıktaki Saadete Dair” kitaplarının yazarı. Ona “yaşam filozofu” denmesinin nedeni de tam olarak bu: Kitaplarında, hepimizin karşı karşıya olduğu durumlar, sorunlarla ilgili “bilge” yanıtlar veriyor.
Wilhelm Schmid, 12-20 Kasım arasında TÜYAP ile Türkiye Yayıncılar Birliği işbirliğiyle düzenlenen ve teması “İnsan ve Felsefe” olan 35. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı için İstanbul’daydı. Bu bahaneyle kendisiyle bir araya geldik ve Yaşam Filozofu’na sorduk: Felsefe her derde deva mıdır?
‘Sakin Olmak- Yaşlanırken Kazandıklarımız’ kitabı sizce niçin gerekliydi?
Süren bir hayat, yaşlanmaya doğru giden bir hayattır. En kötü koşullar bile bu olguyu ortadan kaldıramaz. Peki yaşlanmayı nasıl daha iyi yaşayabiliriz? Birçok kişi yaşlanırken sıkıntı yaşar, eskiden ben de öyleydim. Önce kendimle ilgili bu soruyu çözebilmek için bu kitabı yazmaya giriştim ve bunun bana yardımcı olduğunu görünce başka insanlara da yardım etmek istedim.
Kayıtsızlık ve sakinlik arasında bir ayrım var mı?
Bazı insanlar ilgisizlik ve sakinliği aynı olgular gibi değerlendirebilir ancak sakin olmak hiçbir zaman ilgisiz olmak demek değildir. İlgisizlik toplum hayatına katılmamak anlamına gelir. Fakat tam tersi, sakin olmak dünyaya ilgi duymaktır. Bilgisiz bir hayat fakir bir hayattır.
Bir karar alarak bu tehlikeden kaçınabiliriz. Yazar olarak hazırlık yapar ve sakin olmayla ilgili bir kitap yazar ve kastımı anlatırım. İlgisizlik olmamak aslında senin öz çıkarın. Yani sakin olmak hayatı dolu dolu yaşamaktır. Fakat elbette ben yazar olarak okuyucu adına karar veremem.
Siz sakin olmayı kendi hayatınızda nasıl deneyimlediniz?
Sakin olmayı annemden öğrendim. Öyle bir şekilde yaşlandı ki hayranlık duydum. O zaman kafama koymuştum, yaşlanmaya başladığım zaman ben de tıpkı onun gibi olacaktım. Diğer ilham kaynağım ise felsefe tarihi oldu. Çünkü felsefe yaklaşık 2500 yıldan beri sükunet meselesiyle uğraşır.
Yaşlanmak ise eskiden beri var olan bir zorluk ama bugün yeniden keşfediyoruz. Uzun süre toplumlarda insanlar büyüklerin nasıl yaşlandığını gözleyerek yaşlanmayı bilirdi. Modernleşme bunu da değiştirdi. Geleneksel biçimler ortadan kalktığı için yaşlanmanın nasıl bir şey olduğunu ve yaşlılarla nasıl bir iletişimimizin olacağını yeniden icat etmemiz gerekiyor. Çevresindeki örnek kaybolduğundan insanlar hayatta bazı şeylerle nasıl baş edileceğini unutuyorlar.
Peki melankoli ve depresyon arasındaki ilişki nasıldır?
Melankoli ve depresyon birbirinden oldukça farklı şeyler. Doktorların depresyon teşhisi koyduğu insanların birçoğu aslında sadece melankolik insanlar. Melankoliyi hayata entegre etmenin en iyi yolu melankolik müzik dinlemektir, mesela Leonard Cohen.
Melankoli ve hüzün insanda yaratıcılığın kaynağıdır. Yaratıcı olmak istiyorsanız hüzünle barışın. Hatta bazı insanlar tanıyorum ki, onlar mutlu melankolikler.
Politik atmosfer toplumları daha hüzünlü yapar mı?
Her şeyden önce Türkiye’yle aynı durumda olmadığımızı söylemek zorundayım. Almanya’da durum benzer olsa, yani işim ve hayatımla ilgili böyle sıkıntılar olsa ve hapis tehlikesi altında olsam bu kadar sakin olabilir miydim? Hayır sakin olamazdım. Özellikle de insanın ailesi olduğu zaman bakış açısı değişiyor.
Politik atmosfer belki insanları biraz daha melankolik yapabilir ancak bu şart değil. Çünkü insanlar binlerce yıldır koşullardan ve zamandan bağımsız olarak melankolinin ne demek olduğunu biliyorlar. Bu yüzden melankoli sisteme bağlı değil. Fakat tabii ki insanların kişisel ve politik problemleri varsa, normalde olduklarından daha melankolik olabilirler.
Siyasi koşullar ne olursa olsun herkes bir şekilde yaşamına devam ediyor. Ve bu yaşam insana yakışır bir hayatta yaşlanmayı da içeriyor. Hiçbir siyasi sistem bu olguyu değiştiremez.
Toplumsal olarak melankoliye bürünmek tehlikeli değil mi?
Melankoli toplumlar için problem değildir, bir şanstır. Çünkü melankolik insanlar çok hassas ve duyarlı insanlardır. Toplum da duyarlılığa ihtiyaç duyar. Duyarlılık ve hassasiyet çok bireysel yetiler gibi gözükse de, eğer bir toplumda çok sayıda duyarlı birey varsa, duyarlı bir toplumunuz var demektir.
Tam da üzücü toplumsal olaylarda, yeni bir yaratıcılık ve duyarlılıkla başlayan bir eylem noktası vardır. Bunun böyle olduğunu Almanya’nın tarihinden biliyorum. Bana göre günümüzde Almanya nispeten duyarlı bir toplum. Fakat neden? Çünkü biz felaketin ne demek olduğunu biliyoruz. Bu Almanların yarattığı bir felaketti ve bu yıkım yeni bir duyarlılık yarattı.
Peki felsefe gelecek için umut kaynağı olabilir mi?
Her hareketin bir süresi vardır. Günün birinde bir hareket biter ve karşı hareket başlar. Belki böyle bir dönüşüm için uzun bir süre gerekir. Tarihsel süreç içinde baktığınız zaman on-yirmi yıl gibi bir süre hiç de o kadar uzun bir süre değildir. Bu süre size çok uzunmuş gibi gelebilir ama değildir.
Baskı sistemi hâlâ işlemeye devam ediyor. Fakat 100 yıl boyunca devam edemez. Belki yalnızca 10 yıl… Ve sonra bitecek. Neden, çünkü güce, yani enerjiye ihtiyaç duyacak. Şu an işliyor ve enerji kaybediyor. 10 yıl içerisinde sistemde daha fazla enerji kalmayacak. Belki şu an gelecek için çok fazla umut veren şey yaşanmayabilir ancak beklemek zorundayız.
Günümüz filozofları arasında bütünlük ve fikir alışverişi var mı?
Normal koşullarda felsefeciler arasında bütünlük yoktur. Hepsi kendi sistemini inşa eder ve öteki görmezden gelir. Fakat günümüzde, dünyanın içinde bulunduğu zor politik durumlar nedeniyle felsefeciler arasında çok daha fazla ortak çıkar söz konusu.
Yani politik atmosfer günlük yaşamımız için çok zorlayıcı olsa da, insanları bir araya getirme gibi pozitif bir etkisi de var. İnsanları sanatta ve yaşamda yaratıcı olmaya zorlar. Belki bu gibi etkileri kesin bir umut anlamına gelebilir.