#TekSoruda: Márquez’in dünyaya ve edebiyata bakışını hangi kitaplar şekillendirdi?
2014 yılında yitirdiğimiz yazar Gabriel Garcia Márquez, “Yüzyıllık Yalnızlık”, “Kolera Günlerinde Aşk”, “Kırmızı Pazartesi”, “Başkan Babamızın Sonbaharı” gibi kitaplarıyla bizlerin yaşama bakışını değiştirdi. Peki onun yaşamında iz bırakan kitaplar hangileri?
Márquez, 2003 yılında yayımlanan “Anlatmak İçin Yaşamak” adlı biyografisinde, zihnini ve yaratım sürecini şekillendiren kitapları sıralamıştı. Türkçedeki ilk baskısı bu yıl Can Yayınları’nca yapılan kitapta Márquez’in yatılı okuduğu ergenlik yıllarından başlayarak ilham aldığı kitaplar ve kitaplarla ilgili aktardığı bazı anekdotlar da mevcut. Bu kitapları ve anektodları, Pınar Savaş’ın çevirisiyle aktarıyoruz.
Büyülü Dağ – Thomas Mann
Benim bugün bile kendime açıklayamadığımsa, Thomas Mann’ın “Büyülü Dağ” adlı romanının şaşırtıcı başarısıdır; tüm geceyi Hans Castorp ve Clavdia Chauchat’nın bir öpücüğünü bekleyerek gözümüzü kırpmadan geçirmememiz için müdürün araya girmesi gerekmişti. Naphta ve arkadaşı Settembrini arasındaki felsefî atışmanın tek bir sözcüğünü bile kaçırmamak için tuhaf bir gerilim içinde yataklarımızda bağdaş kurup oturmuştuk.
Demir Maskeli Adam – Alexandre Dumas
Ulysses – James Joyce
Bir hukuk öğrencisi olan Jorge Âlvaro Espinosa, bana İncil’e yelken açmayı öğretmiş, Eyub Peygamber’in arkadaşlarının adlarını ezberletmişti birer birer; bir gün masanın üzerine insanı şaşırtacak kadar iri cüsseli bir cilt koyarak bir piskopos otoritesiyle, “Bu da öbür İncil,” dedi. James Joyce’nin “Ulysses”iydi elbette, sabrım tükenene kadar bölük pörçük, kavga dövüş okudum. Zamansız bir gözü peklikmiş. Yıllar sonra, uysal bir yetişkine dönüştüğümde kendime kitabı ciddiyetle yeniden okuma görevi verdim ve yalnızca içimde varlığından bir an bile kuşku duymadığım kendine özgü bir dünyayı keşfetmekle kalmadım, dilin kullanımında özgürleşmem, zamanın idaresi ve kitaplarımın yapısı konularında da müthiş bir teknik destek aldım.
Ses ve Öfke – William Faulkner
İşte o zaman yirmi yaşında “Ulysses” ile “Ses ve Öfke”yi okumaya yeltenmemin iki geleceği olmayan, olgunlaşmamış cüretkârlık olduğunun farkına vararak, her iki kitabı da daha basiretli bir gözle tekrar okumaya karar verdim. Faulkner ve Joyce’ta bana o zamanlar havada kalmış, anlaşılmaz, içine girilmez görünen ne varsa, korkutucu bir güzellik ve yalınlıkla önüme serildiler.
Döşeğimde Ölürken – William Faulkner
Çılgın Palmiyeler – William Faulkner
Kral Oidipus – Sofokles
[Yazar] Gustavo [Ibarra Merlano], doğaçlama ve dağınık düşüncelerimle uçarı yüreğimin gerçekten ihtiyacı olan sistematik bir katılık kazandırdı bana. Tüm bunları demir gibi bir karakter ve büyük bir yumuşaklıkla yaptı.
(…)
Şiir hakkında bilinmesi gereken her şeyi bilirdi, özellikle de özgün metinlerinden okuduğu Latin ve Yunan klasiklerini. Ortak arkadaşlarımızı iyi değerlendirir, bana onları daha çok sevmemi sağlayacak yeni veriler kazandırırdı. Rojas Herazo ve Üstat Zabala’nın sık sık sözünü ettikleri üç Barranquillalı gazeteciyi -Cepeda, Vargas ve Fuenmayor- tanımamın gerekliliğinden de söz etti. Bu kadar aydın ve insancıl olmasının yanı sıra idmanlı, yapılı bir bedene sahipti, tıpkı bir olimpiyat şampiyonu gibi yüzerdi. Lisedeyken bölük pörçük defalarca okuduğum Odysseia dışında sıkıcı ve gereksiz bulduğum Yunan ve Latin klasiklerini hor görmemi tehlikeli bulur, benim için kaygılanırdı. Veda etmeden önce kütüphanesinden deri kaplı bir cilt alarak, ciddiyetle bana uzattı: “İyi bir yazar olabilirsin,” dedi, “ama Yunan klasiklerini iyi öğrenmezsen, çok iyi bir yazar olamazsın.” Sofokles’in eserleriydi kitap. O andan sonra Gustavo yaşamımdaki belirleyici varlıklardan biri oldu, daha ilk okumamda “Kral Oedipus” kusursuz bir yapıt gibi göründü bana.
The House of the Seven Gables – Nathaniel Hawthorne
[Gustavo Ibarra Merlano] Bana Nathaniel Hawthorne’un yaşamım boyunca bende iz bırakan “Yedi Çatılı Ev” adlı kitabını verdi. Odysseus’un orada oraya sürüklenişindeki özlemin alınyazısı üzerine bir kuram geliştirdik ve çıkışı bulamayarak kaybolduk. Yarım yüzyıl sonra aynı konuyu Milan Kundera’nın usta işi bir metninde çözümlenmiş buldum.
Tom Amca’nın Kulübesi – Harriet Beecher Stowe
Moby Dick – Herman Melville
Oğullar ve Sevgililer – D.H. Lawrence
Binbir Gece Masalları
Şimdi yaşantımı gözden geçirdiğimde, “Binbir Gece Masalları”yla yaşadığım şaşkınlığın ardından okuduğum onca öyküye karşın, o zamanlar bu konudaki algımın ilkel olduğunu görüyorum. Öyle ki, Şehrazat’ın anlattığı masalların onun zamanında gündelik yaşamda gerçekten oluştuğunu, ama sonraki nesillerin inançsızlığı ve ödlek gerçekçiliği nedeniyle meydana gelmez olduklarını düşünmüştüm. Bu nedenle de öykü yazarı okurlarını inandırabilmeye muktedir değilse, kentlerin ve dağların üzerinde bir halıyla uçulabileceğine ya da Cartagena de Indias’tan bir kölenin iki yüz yıl bir şişenin içinde hapis yaşayacağına zamanımızda kimsenin yeniden inanacağını düşünemiyordum.
Dönüşüm – Franz Kafka
Bir daha asla eskisi gibi huzur içinde uyuyamadım. Kitap Franz Kafka’nın “Dönüşüm”üydü. Borges’in yanlış çevirisiyle, Buenos Aires’te Editorial Losada’nın yayınladığı kopyaydı, bugün dünya edebiyatının en büyük nişanlarından biri olan giriş cümlesiyle, ilk satırından itibaren yaşamımda yeni bir yön açtı: “Gregor Samsa bir sabah huzursuz uykusundan uyandığında, yatağında dev gibi bir böceğe dönüşmüş olduğunu gördü.” Bunlar gizemli kitaplardı, dar dehlizleri yalnızca farklı değil, o zamana kadar bildiğim her şeyle de çelişki içindeydi. Olayların nasıl geliştiğini göstermeye gerek görülmüyordu: Gerçek olması için yazarın öyle yazmış olması yeterliydi, bunun yeteneğinin gücü ve sesinin otoritesinden başkaca bir ispatı da yoktu. Yazar Şehrazat’tı yeniden, ama onun her şeyin mümkün olduğu bin yıllık dünyasında değil de, her şeyin çoktan kaybolduğu ve geri getirilme olanağı olmayan bir dünyada.
“Dönüşüm”ü okumayı bitirdiğim zaman, bu yabancı cennette yaşamak için dayanılmaz bir arzu duydum.
Alef – Jorge Luis Borges
Seçme Öyküler – Ernest Hemingway
Ses Sese Karşı – Aldous Huxley
Fareler ve İnsanlar – John Steinbeck
Gazap Üzümleri – John Steinbeck
Tütün Yolu – Erskine Caldwell
Öyküler – Katherine Mansfield
Manhattan Transfer – John Dos Passos
Portrait of Jennie – Robert Nathan
Orlando – Virginia Woolf
Mrs. Dalloway – Virginia Woolf
İlk kez Virginia Woolf adını duydum. [Gustavo Ibarra Merlano] Ondan, Faulkner’e ihtiyar Faulkner dediğimiz gibi, ihtiyar Woolf diye söz ediyordu. Benim şaşkınlığım onu kendinden geçecek kadar aşka getirdi. En sevdikleri olarak nitelediği iki kitap yığınını kucaklayarak ellerime koydu. “Salak olma,” dedi, “al bunların hepsini, okumayı bitirince, neredeysen oraya gelip alırız.” Benim için o kadar ulaşılmaz bir hazineydi ki bu, saklayacağım bir deliğe bile sahip olamadığım için alıp da riske atamazdım. Sonunda bana zorla Virginia Woolf’un “Mrs. Dalloway” adlı romanının İspanyolcasını hediye etti. Önüne geçilmez bir kehanette bulunarak kitabı ezberleyeceğimi de ekledi.
(…) Dünyayı keşfetmiş birinin havalarında Cartagena’ya döndüm.
Gabriel Garcia Márquez hakkında:
1928 yılında Kolombiya, Aracataca’da doğdu. Bogota’da National University’ye devam etti. 50’li yıllarda Latin Amerika’nın birçok gazete ve dergisinde gazeteci olarak çalıştı; Avrupa ve Amerika’nın pek çok yerini dolaştı. 1967’de yayımlandığında edebiyat dünyasında büyük yankılar uyandıran “Yüzyıllık Yalnızlık”tan sonra Garcia Marquez çarpıcı bir anlatımla, büyülü gerçekçilikle işlediği pek çok roman yazdı, 1982’de de “Kolera Günlerinde Aşk” ile Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.