Sine Ergün: ‘Yazmak, yazara herhangi bir ayrıcalık tanımıyor’
RÖPORTAJ

Edebiyat dergileri, yazmaya gönül vermiş insanlar için önemli bir mecra. Çoğu yazarın ilk eseri bu dergiler sayesinde okuyucuyla buluşur. Sine Ergün de yazınsal yolculuğunun başlangıcında, öykü, şiir, çeviri ve deneme gibi farklı türlerde kaleme aldığı yazılarıyla, çeşitli dergilerde ve derlemelerde kendine yer bulan yazarlardan. Zaman içinde üç öykü kitabına imza atan Ergün, 2013 yılında 59. Sait Faik Hikâye Armağanı’na hak kazandı. Geçtiğimiz Nisan ayında 2017 Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nün sahibi oldu. Bu ödülün ardından Sine Ergün ile okuma yazma serüveninin yanı sıra dergilerin ve ödüllerin genç yazarlar için ne ifade ettiği üzerine konuştuk…

‘Halam sessizliğiyle öğretti’

“Burası Tekin Değil” (2010) adlı ilk kitabınızın ardından “Bazen Hayat” (2012) ve daha sonra da “Baştankara” (2016) isimli üçüncü öykü kitabınızı kaleme aldınız. “Bazen Hayat” ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nın sahibi olmuştunuz. Bu kısa, yalın, kendinden emin, çirkinliklerimizi ve kötülüklerimizi yüzümüze vuran öykülerin ortaya çıkış sürecini dinleyebilir miyiz?

İnsanı olduğu gibi betimlemekle ilgileniyorum. Deniyorum. Sürecim bu.

İlk iki kitabı küçük halanıza ithaf etmiştiniz. Bu küçük halanın, sizin okuma yolculuğunuzda önemli bir yeri var diye düşünüyorum, yanılıyor muyum?   

Okuma yolculuğumdan çok, bugün olduğum, yarın olmaya çalışacağım insan üstünde çok etkisi var. Durağanlığı, konuşurken sözcüklere bıraktığı alan, sözden çok sessizlikle ilişkisi bana sürekli ne yapmam, nasıl bir insan olmam gerektiğini olabildiğince sesli anlatanlardan çok daha fazla şey kattı.

‘Çaba harcıyorum’

“Gözlem yeteneğim yok” diyorsunuz; fakat bu çok şaşırtıcı. Feridun Andaç, yıllar önce bir panelde “Bir yazarın antenleri sürekli açık olmalı” demişti. Sizin öyküleriniz de antenleri sürekli açık, gözlem yeteneği güçlü bir yazara işaret ediyor oysa…

Çaba harcıyorum.

İnsanoğlunun ve de edebiyatın ana meselelerinden biri olan ölüm sizin öykülerinizde de kendine yer buluyor doğal olarak. Özellikle de insanın kendi seçimi olan biçimiyle ölüm var hikâyelerde; yani intihar. Bu zorlu meseleyi anlama çabası mıdır bu hikâyeleri yazmak? Ya da yazmak ne kadar anlaşılabilir kılıyor ölümü?

Evet, anlamaya çalışıyorum. Anladığımı sandığım anlar oluyor. Sonra geçiyor. Yazmak, yazara herhangi bir ayrıcalık tanımıyor, hiçbir konuda, ölümü anlamak konusunda da.

Öykülerin hemen hepsinde “ben” anlatıcı söz konusu. Bu biraz riskli, zorlu bir seçim değil mi? Hele ki henüz ilk kitaplarını yayımlayan bir yazar için… 

Evet, anıyı andırıyor dendi, yazmaya başlayan herkes ben kişisini seçer dendi. Benim için seçim. Biçem arayışımın parçası.

‘Uzun bir okuma listem var’

Yazınsal yolculuğunuzun şiirle başladığını biliyoruz. Şiirle olan bağınız üzerine konuşabilir miyiz? Öykülerinizi oldukça yalın ve kısa cümlelerle örüyor olmanızda şiirin etkisi de söz konusu diyebilir miyiz? Ayrıca tiyatro ve sinema alanlarında da ürün verdiniz.

Yazının türe göre değil, yazmayı gereksindiğiniz konu ya da hisse göre belirlenmesinden yanayım. Bütünlüklü bir alan olarak görüyorum kısaca. Bu anlamda yazdığım her şey birbirini, tabii, beslemiştir.

Okuma merakınızın çok geç başladığını söylüyorsunuz bir söyleşinizde. Bu bağlamda bir eksik/yarım kalmışlık hissediyor musunuz? Yeni çıkan kitapları okumaya, takip etmeye gücünüz yetiyor mu?

Yetmiyor. Uzun bir okuma listesi var önümde. Elimden geleni yapıyorum.

Edward Hopper’ın “Boş Odada Güneş” resmi için “Nasıl yazmak istediğimin resmi” diyorsunuz. Bunu açabilir miyiz biraz; nasıl yazmak istiyor Sine Ergün?

Onu anlatabilsem.

‘Edebiyat dergileri çok önemli’

Genç yazarlar için edebiyat dergileri ve ödüller büyük önem taşıyor. Siz de edebiyat dergilerinde kalem oynatmış, kendini ispat etmiş, 59. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı ve son olarak 2017 Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü’nü almış bir yazar olarak, edebiyat dergilerinin genç yazarlar için ne ifade ettiği üzerine neler söylersiniz?

Çok önemli. Kişinin çağdaşlarını izlemesi, kitabı Türkçeye çevrilmeyen yazarları tanıması bakımından çok değerli. Türkiye’de nitelikli bir dergicilik geleneği –zorluklarıyla beraber– var. İki noktayı önemli buluyorum. Birincisi, kişi metinlerinin yayımlanması için doğru mecrayı seçmeyi bilmeli. Her derginin çizgisi, edebiyat anlayışı birbirinden –doğal olarak– farklılık gösteriyor. Kendi çizgisine uygun dergilerde kendine yer bulması bu anlamda önemli. İkincisi ise ret yanıtından alınılmaması. Dergi editörlerinin seçimlerinin çok değerli ama en sonunda bir seçim olduğunun unutulmaması.

“Burası Tekin Değil”, ilk olarak Yitik Ülke Yayınları tarafından basıldı. Daha sonra “Bazen Hayat”la beraber Can Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Son kitabınız da Can Yayınları’ndan çıktı. Yayınevlerinin yeni yazarlara, eserlerine, ilk kitaba yaklaşımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda yeni yazarları neler bekliyor?

Şu an ne bekliyor, bilmiyorum. Beş yıl öncesiyle bugünün birçok alanda farklılık gösterdiği düşünülürse muhtemelen yayıncılıkta da gösteriyordur. Yayınevlerinin tutumunu ya da yeni yazarları durumunu genelleyecek denli konu hakkında bilgim yok. Kendi özelimde konuşabilirim. Önemli editörlerimiz var. Okumalarını kendilerine gelen kitap dosyalarıyla sınırlamayan, küçük-büyük, farklı yayınevlerinden çıkan ilk kitaplara ilgi gösteren, dergileri takip eden, böylece yazarın kendisi başvurmasa dahi, bünyesine yeni yazarlar katan. Faruk Duman da bunlardan biri. Benim hikâyem de böyle gelişti.

SÖYLEŞİ: Elif Şahin Hamidi

Diğer Röportaj İçerikleri