Doğan Hızlan Röportajı
Doğan Hızlan: ‘Sanatçılar geleceği yazar, politikacılar bugünü yaşar.’
RÖPORTAJ

 

Doğan Hızlan ile, Erdal Öz’ün yakıştırmasıyla nam-ı diğer “Edebiyatın Cumhurbaşkanı”yla, yazarı olduğu Hürriyet binasında buluştuk. “Benim hayatım ayakta geçer” diyerek karşıladı. “Tabii siz Nadir Bey’i (Nadi) tanımadığınız” diye ekledi: “Onunla böyle ayakta gide gele müzik konuşurduk.”

Biz de biraz ayakta, biraz oturarak sohbet ettik. Mevzumuz kitaplar ve yayıncılık odağında bugünün kültür ortamıydı.

Kısa kısa sorularımıza verdiği yanıtlarla, hoş detaylar barındıran bir söyleşi yaptık: Çok-satan kitaplardan edebiyat tarihine, sansürden otosansüre, kültür iktidarından kendisine yöneltilen eleştirilere uzanarak…

 

Bugünün kültür ortamından söz ederken kimileri çölleşme tabirini kullanıyor. Kimileri ise bir nitelik sorunu olduğunu söylüyor. Siz nasıl yorumlarsınız?

Nitelik sorunu ve çölleşmeyi ayırt etmek lazım. Bana kalırsa, değerlendirirken zamanın değişimini, zamanın ruhunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Birçok yayınevi var, sürekli yeni kitaplar yayımlanıyor. Herhalde okur buluyor ki bu kitaplar satılıyor. Ayrıca kitap fuarları da hep kalabalık oluyor.

Çölleşme de demeyelim. Bakın biz kitap okunmuyor derken daima şunları gözetirdik: roman, hikâye, deneme, eleştiri, şiir. Ama unutmayalım ki şimdi bilimkurgu var. Fantastik edebiyat, polisiye edebiyat var ve onların da okurları var.

Hiç sorun yok mu?

Şu var: Yavaş yavaş butik kitapçıların yerini AVM kitapçıları alıyor. Bu biraz da insanların rahatına düşkünlüklerinden kaynaklıdır. Oysa bazı kitaplar butik kitapçılarda bulunur. O kadar zahmete katlanan insan sayısı az.

Peki üretilen eserler?

Bestseller denilen kitaplar birçok kitabın önüne geçer. En çok satan kitap kötü değildir, en az satan kitap da iyi değildir. Ama bestseller’lar edebiyatı, sanatı biraz yüzeysel takip edenlerin ilgisini çeken kitaplardır.

Bu yüzden kitap yazısı yazanlar, eleştirmenler -elbette bestseller’a sırt çevirmesinler ama- iyi kitapları, okunması gereken kitapları da mutlaka dergilerine alsınlar, yazsınlar, yazdırsınlar.

Az önce söylediğiniz gibi, Türkiye’deki kitap okuma oranı hiç yüksek değil.

İstanbul’da konserler veriliyor, bambaşka etkinlikler yapılıyor, bunlar da okurun vaktini alıyor. İnsanlar eskiden evlerine gider koltuklarına oturur kitap okurlardı. Şimdi televizyon var, DVD var, internet var. Sinemalara bütün ödül kazanmış filmler geliyor, Türk sineması birçok eser sunuyor. Bu kadar gönülçelen içinde kitap okutmak için birtakım manipülasyonlar yapmak lazım.

Az önce yazarlara, eleştirmenlere, gazetecilere düşer görevden söz ettiniz. Oysa artık basılı gazetelerde kültür haberlerine rastlamak çok zor. Neyse ki internet mecraları var.

Onda haklısınız. Birçok şey yüzeysel. Basını ben de bu açıdan eleştiriyorum. Çünkü verdiğiniz oranda karşılığını alırsınız. Hep “okur bunu istemiyor” derseniz kendi kendinizi aldatır ve kendi ilgisizliğinizi okura yüklemiş olursunuz. Ben buna karşıyım. Türk sineması da biliyorsunuz “halk bunu istiyor” diyerek kan kaybetmişti, sonradan gelişti.

Toplum bugün çok yüzeysel yaşıyor, yüzeysel yaşadığı için de okuduğu, seçtiği kitaplar böyle. Ama tabii kimi eserlerin popüler olması durumu da var. Mesela biliyorsunuz ki “Kürk Mantolu Madonna” çok satıyor. Onun üzerine belki sosyolojik araştırma yapmak lazım. Sonra Tanpınar’ın, Oğuz Atay’ın kitaplarına ilgi büyük. Edebiyatın da modası var.

Ama bu kitaplar tek başına Türk edebiyatını temsil etmiyor. Sadece bunları okursanız, yanlış bir edebiyat algısına kapılır, yanlış bir edebiyat tarihi izlenimi edinirsiniz.

Geçen gazete arşivlerini inceliyordum: Bir tarafta Memed Fuat yazıyor, diğer sayfada Melih Cevdet Anday ve onlarla birlikte nice edebi kalem. Şimdi böyle bir zenginliği ara ki bulasın.

Cumhuriyet özel bir şeydi: Yazarlar oraya gelirdi, orada toplanılırdı, başka şehirlerden gelen her yazar orayı ziyaret ederdi. Güzel bir dönemdi; yüz yüze görüşmeler vardı. Artık trafiğin içinde yüz yüze görüşmeleri yapmak mümkün değil. Yakup Kadri anılarında anlatır; karşıya (Anadolu yakasına) gittikleri gece orada kalırlarmış. Belki artık bu trafiğin içinde biz de öyle yapacağız. Çünkü yüz yüze konuşmadıktan sonra dostluklar kurulamıyor veya ilerlemiyor.

Siz de zengin bir kuşağın temsilcisisiniz. Bugün hayranlık duyduğumuz pek çok yazarla tanıştınız. Sonra onlar birer birer gitti. Yalnızlık duyuyor musunuz?

Hayır. Ben değişimi olağan görürüm. Bunun da belli güzellikleri var. Genç arkadaşlarım var. Kendi kuşağımdan yaşayan insanlar var.

Eskiden bilgisayar filan yok, irtibat yok. Şimdi aklımıza bir şey geldiğinde arayıp hemen söylüyoruz. Cep telefonları var ama onlar da elektronik kelepçenin başka türlüsü.

Hayatın ritmi insanları değiştiriyor. Her zaman iyilikler bulabilir insan, güzellikler bulabilir. Yeter ki onları bulmak için iyi niyeti olsun.

Genç yazarlarla nasıl iletişim kuruyorsunuz? Günceli nasıl, hangi mecralardan takip ediyorsunuz?

Kitaplarından, jürilerden, konuşmalardan… Benim irtibat kaynaklarım çoktur. Genç kuşağın hepsini tanıyorum.

Başka bir mesele: Türkiye’de ifade özgürlüğünün durumu. Neler söylersiniz bu baskı, sansür ortamı hakkında?

Onda haklısınız. O daima sanatı kirletir. Bir yerde sanatın özgürce yaratmasını siyasi iktidar önlüyorsa, kendi tarihinin gelecekte kötü yazılmasına göz yumuyor demektir. Bunun da onlara acı vermesi lazım.

Eskiden beri yapılan sanatçı takipleri, sanatçıları hapse atmak,.. bu olayları gördüğümüzde lanetliyoruz. Adları kara sayfalarda.

Ben de her türlü şeyin söylenmesinden, yapılmasından yanayım. İktidarda olan budur. Bakın Yaşar Kemal, Yayıncılar Birliği Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldığında, törende Günter Grass konuştu, önde yetkililer vardı, Günter Grass onların aleyhinde konuştu ve yetkililer dinlediler. Yani bir sanatçının eleştiri hakkını kısıtlayamazsınız.

Sanatçılar geleceği yazarlar, politikacılar da bugünü yaşarlar. Anlaşmaları mümkün değil. Özgür bırakacaksınız ve siz onların yarınından yararlanmak isteyeceksiniz.

Siz üzerinizde bir baskı hissettiniz mi? Geçmişte ya da bugün?

Baskı öyle bir şeydir ki atmosferde dolaşan mikroplar gibidir. Hissetmedim de deseniz, yazarken o bilinç altını mutlaka etkilemiştir. Toplumda en korkuncu da sansürden çok insanın kendi sansürüdür.

Son dönemde tartışılan bir konu var: Kültür iktidarı meselesi. Kültür iktidarı nedir, kimdedir, nasıl el değiştirir? Kültürün iktidarı nasıl olur?

Kültürün iktidarını sağlayan iyi yazarlardır, iyi kitaplardır, her alanda iyi müziktir, iyi resimlerdir. Gerçi diyeceksiniz ki, ben de hemen hemen her jüride varım. Bu da bir kültür iktidarı sayılabilir, itirazlar yapılabilir, eleştiriler yapılabilir. Bunları olağan karşılıyorum.

Kültür iktidarı meselesi yıllardır var. Öncesinde de “Mahşerin Dört Atlısı” diye bir yayın yapılmıştı; Memed Fuat vardı, ben vardım orada sözü edilen. Yani zaman zaman insanlar böyle iktidarlar görmek isterler; hem iyi yanı vardır, bir de tahrip edilecek bir heykel yapmak için bu kurulmuştur. Çünkü insanların eleştirel yönü…

Bizim Celal Üster yazmıştı geçen de…

Evet, yazı, “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Doğan Hızlan’ındır” başlığıyla Kültür Servisi’nde yayımlanmıştı. Okudunuz mu metni? Eleştirileri karşısında neler düşündünüz?

Hoşuma gitti. İronik bir yazı. Birçok jürinin başkanı olduğum için birtakım sitemler, eleştiriler de olacak tabii. Onun için hoşuma da gidiyor.

Sahi, jüri toplantıları, açılışlar, başka etkinlikler… Nasıl yetişiyorsunuz?

Hayatın ritmini ayarlarsanız… Ben evli barklı bir adam değilim. Çoluğum çocuğum yok. Ataç diyordu ya “Bir edebiyatçının 24 saati edebiyat olmalı”. Benim 24 saatim de edebiyat, sanat, müzik. O kadar çok yere de uğramıyorum. Çok önemli bir açılışa gidip yazıyorum. Ama bazı sergileri gezmeniz lazım. Ben bir yazarın bütüncül bir anlayışa sahip olması gerektiğini düşünüyorum.

Bütüncül anlayış meselesini açalım isterim.

Eski kuşak bunu daha iyi yapıyordu: Nuri İyem’in bir sergisi açıldığında Ahmet Hamdi Tanpınar bir yazı yazıyordu.

Türler arasında, disiplinler arasında bir bağlantı var. Müziğin resmin hep birbiriyle bağlantısı olması gerekiyor. O yüzden de bazı yerlere gidecek, göreceksiniz. Ben iyi resim sergilerine gidiyorum. Önemli festivallere gidiyorum, tabii ben sadece klasik müzik festivallerine giderim.

Hepsini bütünleştirmezseniz yazdığınız yazı eksik kalır. Çünkü hepsinin birbirinin içinde izdüşümü vardır.

Diğer Röportaj İçerikleri